Uzun yıllardır hikâye ve şehir okumalarıyla tanınan, ancak son iki buçuk yıldır odak noktasını sözlü tarih çalışmalarına kaydıran şair-yazar Mehmet Sarmış son zamanlarda Urfa’nın 100-150 yıllık dönemine ışık tutacak, kaybolmaya yüz tutmuş bilgileri ve hatıraları gün yüzüne çıkaran uzun soluklu röportajlar serisine devam ediyor. Aynı zamanda bir tarihçi ve Urfalı olarak da memleketine karşı bir görev bilerek röportajlar yapan Mehmet Sarmış,
Urfa’dan dergisine verdiği röportaj ise şöyle;
Eyyüp Azlal: Son zamanlarda röportajlar yapıyorsunuz. Neden röportaj diye sorsam? Daha önce hikâyeler ve şehir üzerine okumalar yapıyordunuz. Sizi röportaja sevk eden saikler nelerdir?
Mehmet Sarmış: 2020 yılının sonbaharında, tam da sizin “Taçkıran” diye Türkçe bir kavram teklif ettiğiniz “Corona Pandemisi” sürecinde, ufak bir
kalp rahatsızlığı geçirdim ve anjiyo oldum. Dostlar yürüyüş yapmamı tavsiye ettiler. Ben de önce evimizin olduğu semtteki parklarda, sonra Karaköprü sokaklarında yürüdüm. Ama bir süre sıkıldım.
Yürüyüş için en uygun yerin Eski Urfa sokakları olduğuna karar verdim. Ve ilk olarak çocukluğumun ve ilk gençli yıllarımın geçtiği Kamberiye Mahallesi ile başladım. Kafamda oluşturduğum bir plan dâhilinde mahallenin hemen hemen bütün sokaklarını yürüdüm, rastladığım insanlarla sohbet ettim; bol bol da fotoğraf çektim. Daha sonra da uzun uzun yazdım ve sosyal medya hesabımda paylaştım.
Bu arada mahallede yaşamış, değişik alanlarda isim yapmış, vefat etmiş ve yaşayan insanlarıyla ilgili bilgiler de verdim. Tahminimin çok ötesinde ilgi görünce bu iş beni iyice cezbetti. Okuyanlar devamını da istiyordu. Ondan sonra Suriçi ve surun yakın çevresindeki Eski Urfa’ya dâhil
bütün mahalleleri sokak sokak yürümeye, fotoğraf çekmeye ve yazmaya başladım. Bu arada oranın ünlü isimleriyle ilgili araştırmalar yapıp ekliyordum. Yaklaşık iki buçuk yıl süren bu yürüyüşlerin sonlarına doğru röportaj fikri doğdu.
Araştırma yaptığım isimlerin hayatta ise kendileriyle, vefat etmişlerse bir yakınlarıyla buluşup uzun uzun sohbet edip GAP Gündemi gazetesinde bölümler hainde yayınlamaya ve sosyal medya hesabımdan paylaşmaya başladım. O da yaklaşık iki yıldır devam ediyor, daha bir süre devam edecek.
Tabii, bu arada roman ve hikâye çalışmalarıma ara vermek zorunda kaldım. Olsun. Bir tarihçi ve Urfalı olarak bu iki büyük ve uzun soluklu çalışma da çok önemliydi. İçinde doğup büyüdüğüm şehre karşı bir görevdi. Amacım böylece Urfa’nın son 100-150 yıllık tarihi için kaynak oluşturmak. Bir çeşit sözlü tarih çalışması… Büyük bir zevkle yapıyorum.
Bu arada şiir çalışmalarım devam ediyor. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Her röportaj ayrı bir roman gibi, her biri çok sayıda hikâyeden oluşuyor. Ve ben her biri ile bir roman yazmış gibi oluyorum ve yazım aşamasında tekrar tekrar okuyorum.
İbrahim Halil Tunçel: Röportajlarınız sizde en çok hangi duyguyu besledi?
Mehmet Sarmış: Ben yapı itibariyle de geçmişe bağlıyım, merak ederim, severim. Bunda şüphesiz branşımın tarih olmasının da etkisi var. Bu röportajlar sayesinde yakın tarihimizi öğrendikçe, insanlarını tanıdıkça geçmişe bakışım biraz daha değişti. Özlemim arttı. Bugünü daha iyi anlamaya başladım. Mevcut sorularımızın kaynağına dair duygu ve düşüncelerim gelişti, pekişti; bu da bugünü daha iyi anlamama yardımcı oldu. Zaten hüzünlü bir insanım, bu sayede hüzün dünyam da daha bir genişledi.
Salih Yalçınkaya: Hocam kendinizle röportaj yapmak isteseydiniz kendinize hangi soruyu sorardınız? Sorulan sorular içerisinde vereceğiniz en ilginç cevap ne olurdu?
Mehmet Sarmış: Röportajlarım çok uzun. Hepsi olanlarla ilgili. Muhataplarıma değişik konulardaki düşüncelerini sormuyorum. Eğer olacaksa benimle de böyle uzun bir röportaj yapılmasını isterim. Vereceğim cevapların hepsi benim için ilginç olurdu, ama ne kadarı okuyucuların ilgisini çekerdi, bilmiyorum.
Deniz Tavus: Röportajlarınız esnasında sizi derinden etkileyen ya da ilginç bulduğunuz bir duruma şahit oldunuz mu?
Mehmet Sarmış: Her insan ayrı bir dünya. Bu vesileyle her röportajla başka bir dünyaya dalmış oldum. Herkesin kendisi için biricik ve özel olduğunu
gördüm. Farklı kişilikler, farklı şartlar, farklı olaylar, farklı hatıralar… Hemen hemen hepsinde şu hassasiyeti gördüm:
Kimseye bir cevap hakkı doğuracak bi şey söylemeyelim ve kimseyi incitmeyelim. Çünkü konuşulan konuların muhataplarının ya kendileri yaşıyor veya yakınları yaşıyor… Aslında bir tarihçi olarak en ufak bir bilginin bile kaybolup gitmesinden hoşlanmadığım halde aynı hassasiyeti ben de gözettim.
Dolayısıyla “off the record” dedikleri cinsten, kaydetmediğim veya kaydedip yazdığım halde silmek zorunda kaldığım şeyler de oldu. Bu arada yazdıklarımın çoğunun ilginç ve önemli olduğuna inanıyorum. Beni etkileyen hususlardan biri de, listemde olduğu halde röportaj yapmadan vefat edenler ve röportajdansonra vefat edenler. Yapamadan vefat edenlere, biraz da bu yüzden üzülüyorum. Röportaj yaptıklarım vefat edince de üzülmekle beraber, iyi ki zamanında yapıp kayıt altına almışım diye seviniyorum.
Ahmet Karacan: Röportaj yapacağınız kişileri belirlerken hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz kıymetli hocam?
Mehmet Sarmış: Röportajlarımın merkezi Urfa. Amacım Urfa’nın yakın tarihine malzeme oluşturmak. Araştırmacılar için bir çeşit hammadde. Bir
de tabii değişik alanlarda Urfa’ya hizmet eden insanları yakından tanıtmak. Dolayısıyla Urfa’da yaşamış, Urfalı, söyleyecek sözü, anlatacak hatırası olan, yaşları 70, 80, 90’ları bulan isimleri tercih ediyorum. Bu arada Urfa’ya sonrada gelmiş olsa da, ama uzun zamandır Urfa’da yaşadığı için artık Urfalı sayılanlar da listemde yer alıyor. Emine Şansal: Edebi röportajın yazın ve sözlü edebiyatımıza etkisi nedir? Mehmet Sarmış: Röportaj da edebi bir tür.
Edebiyatçılarla röportajlar, onları daha yakından tanımamıza, onları yetiştiren şartları anlamamıza, dolayısıyla edebiyat tarihimize ve edebiyat dünyamıza çok önemli katkılar sunacaktır. Edebiyata yeni başlayanlar için ilham ve motivasyon kaynağı olacaktır. Otobiyografik çalışmalar ve hatıratlar edebiyatçının kendi kendini tanıtmasıdır; röportajlar da, eğer iyi yapılırsa bunun bir uzantısıdır ve edebiyatçının kendini ve düşüncelerini daha iyi ifade etmesine yarar. Bu da edebiyat dünyamızı zenginleştirir; diğer edebiyatçıların, özellikle de gençlerin kendini geliştirmesine yardımcı olur.
Şükran Taşdelen: Röportajların tarihi olaylara tanıklık açısından ve tarihe katkısı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Mehmet Sarmış: Benim tam da yapmak istediğim o. Yani Urfa’nın yakın tarihine katkıda bulunmak. Bugün ve yarın Urfa’nın tarihini, sosyolojisini, kültürünü, hatta ekonomisini araştırmak isteyenler için kaynak oluşturmak… Sözlü tarih çalışması… Birkaçı hariç, daha önce hiçbir yerde
yayınlanmamış ve eğer ben röportaj yapmasam yayınlanmayacak, kendileriyle beraber kaybolup gidecek bilgileri, hatıraları, tecrübeleri kayıt altına
almış oluyorum. Ben yapıyorum diye söylemiyorum, ama gerçekten çok önemli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Bilimsel çalışmalar için çok
önemli malzeme biriktiriyorum.
Mehmet Azizoğlu: Yaptığınız röportajların hayatınıza dokunan, hayatınızı anlamlandıran kısımlardan bahsedebilir misiniz?
Mehmet Sarmış: Röportajların kendisi yaklaşık iki buçuk yıldır hayatımın bir parçası oldu. Diğer okuma ve yazma çalışmalarımı en aza indirdim,
hatta bazılarını tamamen bıraktım. Zamanımın çoğunu röportajlar alıyor. Çok emek veriyorum. Zaman zaman sıkılsam, hatta bunalsam da genellikle büyük bir zevkle yapıyorum. Ayrıca Urfa’ya ve hayata dair çok şey öğreniyorum. İnsanları tanıyorum. Örnek alınacak yanları da, ibret alınacak
yanları da var. Kendimce faydalanıyorum. Bu arada bu vesileyle çok kişi ile tanıştım, dost oldum; buda işin başka bir güzel yanı. Ayrıntılarına girersem
çok uzar. Şu anda 51. röportaj üzerinde çalışıyorum. Her biri ayrı bir tat veriyor; her birinden öğrendiğim çok şey var. Her biri ayrı bir roman; her
birinde ayrı ayrı ibretlik hikâyeler var.
Cuma Ağaç: Şimdiye kadar farklı kuşaklardan Urfalılarla yaptığınız kapsamlı röportajlar size bu kadim şehir hakkında neler
öğretti? Röportajlarınızın ortak paydası olan Urfa›ya özgü kültürel dinamikleri nasıl tanımlarsınız?
Mehmet Sarmış: Gerek röportajlarıma ilham kaynağı olan Eski Urfa yürüyüşlerim, gerekse röportajların kendisi, Urfa’nın gerçekten çok özel bir şehir
olduğu düşüncemi iyice pekiştirdi. Zaten Urfa’nın sadece ülkemizin değil dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri, hatta en eskisi olduğu; Göbeklitepe ve Karahantepe başta olmak üzere “Taş Tepeler” ile tescillenmiş ve bütün dünya tarafından kabul edilmiş durumda. Bugünkü Urfa, en az o 12 bin yıllık tarihin hasılası. Son 100-150 yıl içinde büyük bir dejenerasyona uğramış olsa da hâlâ İnsanında, taşında,toprağında, inancında, kültüründe, efsanelerinde, gelenek ve göreneklerinde, müziğinde, yemeklerinde, duygularında, zevklerinde, her şeyinde o tarihin izleri var. Mesela bir caminin geçmişi bizi Hıristiyanlığa, Yahudiliğe ve paganizme kadar götürüyor. Bir efsane Hz. İbrahim’e, Hz. Eyyub’a ulaştırıyor. Bir köylü kadının başlığını bir Süryani mozaiğinde görebiliyoruz. Yemeklerinde ve damak zevkinde Urfa’da yaşayan Müslim Gayrimüslim halkların tecrübesi var. Müziğinde İslam öncesi toplulukların tınıları olduğunu tahmin etmek zor değil. Çocukların saçlarını tıraş şekli, büyüklerin kan davası bizi Asr-ı Saadet öncesi Cahiliye dönemine götürüyor. Urfaca ya da Urfalıca dediğimiz Urfa ağzı bile o kavimlerin dilinden, inançlarından izler taşıyor. Son söz olarak şunu da söyleyeyim: Bugünkü sorunlarımızın kaynağı da çözümü de orada. Yeter ki okuyalım, araştıralım, öğrenelim ve kayıt altına alalım.
Cüneyt Yavuz: Röportajlarınızı nasıl yapıyorsunuz? Yayınlanacak hale gelinceye kadar hangi aşamalardan geçiyor?
Mehmet Sarmış: Röportaj yapacağım kişiyle görüşmeden önce uzun bir hazırlık yapıyorum. Kitaplardan, dergilerden, internetten araştırdığım gibi
tanıyanlardan da soruyorum. Unutmayayım diye her ayrıntıyı soruya çeviriyorum. Çoğunu yüz yüze yapıyorum. Sadece birkaç tanesini telefonla yaptım. Yüz yüze yaptıklarımla da, yazım aşamasında telefonla çok görüştüm, görüşüyorum.
“Soruyu gönder cevaplayalım diyenler oluyor, ama sadece ikisini öyle yaptım; onlarla da telefonda uzun görüşmeler yaptım. Didaktik, kuru, teorik olmasın; doğal olsun diyorum. Ara sorular da sorabileyim diye. Yüz yüze veya telefonla olsun, ses kaydı alıyorum. İşin en zevkli yanı da o yüz yüze görüşme kısmı. Uzun sürdüğü için bazılarıyla birkaç sefer görüşmek zorunda kalıyorum.
Bazıları ile yüz yüze başlayıp telefonda devam ediyoruz. İşin en zahmetli kısmı o ses kayıtlarını yazıya dökmek. Sesi yazıya döken değişik programlar denedimse de hiçbiri verimli olmadı. Onun için cümle cümle dinleyip yazıyorum. Herkesin hitabeti, diksiyonu, anlatımı bir değil. Eksikler oluyor. Anlayamadığım veya kafama takılan hususlar oluyor.
Bunlar için muhataplarımla tekrar tekrar görüşüyorum. Birçok hususu da kitaplardan veya internetten araştırmak ve teyit etmek mecburiyeti hissediyorum. Özellikle tarihler, isimler ve kavramlar hususunda...Tabii işin bir de anlatım bozukluklarını düzeltmek, dilbilgisi ve imla kuralları açısından denetlemek faslı var. Bütün bunlar saatlerimi, günlerimi değil, bazen haftalarımı alıyor. Bitince tekrar okuyup kontrol ediyorum. Sonra bir de kendisi kontrol etsin diye muhatabıma gönderiyorum. Onun arzu ettiği değişiklik ve eklemeleri yapıyorum. Metin üzerinde kendisi değişiklik yapmışsa ben son bir defa gözden geçirme gereği duyuyorum.
Ancak ondan sonra yayınlama aşamasına geliyor. Fotoğrafları toplamak için de bir hayli uğraşıyorum. Kendilerinin gönderdiklerinin dışında internetten, aile üyelerinden arkadaşlarından topluyorum. Bazılarını da bazı dostlarım ben istemeden gönderiyor. Önemli bir husus da şu: Ben gazeteci değilim.
Muhataplarımı sorgulamıyorum, soru soruyorum.
Yani onları zor duruma düşürmek, açığını yakalamak gibi bir amacım yok. Olamaz da. Yoksa kimse kendisini zor durumda bırakacak bir röportajı vermek zorunda değil. Elbette onlar da insan, herkes gibi yanlış şeyler de yapmış olabilirler. Kendileri söylemezse ben o fasıllara girmiyorum. Ne anlatırlarsa onu yazıyorum. Hatta anlatıp yazma dediklerini yazmıyorum. “Of the record” (kayıt dışı) konuşmalarımız da oluyor tabii. Ben de spekülatif konulara girip kimseleri incitmek istemem.