Kanserin zor bir hastalık olduğuna dikkat çeken Çetin, yaptığı açıklamada, "Kanserin, hem hastayı hem de yakınlarını, fiziksel ve duygusal olarak etkileyen "zor bir hastalık" olduğu bilinmektedir. Önemli biyomedikal gelişmelere rağmen kanser hala ölüm, ağrı ve acı çekme ile eş anlamlı olarak anılmaktadır.

"KANSER" gibi bir hastalık tanısının alınması, ümit etme duygusunun olmadığı ya da bireyin fiziksel ve ruhsal "iyilik haline tehdit" oluşturan, yaşam biçimini altüst etme riski olan/bireyin yaşamındaki seçimlerini azaltma anlamı taşıyan bir mesaj olarak algılanabilmektedir. Dolayısıyla kanserle ilk tanışma hayatı karmakarışık bir hale getirebilir.

Kanser tanısı, hastanın sağlığı ile ilgili haberlere hızla uyum sağlayıp, hastanın da tedavi ekibinin bir parçası olacağı zorlu bir süreci başlatır. Başta kanser gibi ciddi hastalıkla olmak üzere, her fiziksel hastalık, her birey için bir krizdir. Kanserin yarattığı bu yaşam krizi, bireylerin günlük hayatlarını, yaşamdaki rollerini, ilişkilerini doğrudan etkileyebilir. Öngörülen, süregiden hayat ruhsal ve bedensel olarak altüst olmuştur. Yaşama ait senaryo, bireyin haberi olmaksızın değiştirilmiştir. Yaşam üzerindeki kontrol ortadan kalkmış gibi hissedilebilir.

Doğaldır ki bir bireyin sağlıklı bir yaşam süren, "sağlıklı insan" olduğu kavramından, "hasta biri" kavramına geçişi, birey ve ailesi için sıkıntılı ve yorucu olabilir. Hayatın akışının bu kadar hızlı değişebileceğin ansızın görmek, çok farklı sorunlarla baş edebilmek ve hayatı, yaşamaya değer kılmak ruhsal olarak yorucudur. Beklenmedik bir zamanda başa gelen her hastalık tanısında olduğu gibi kanser tanısı da yeni bir uyum ve yaşam tarzı gerektirir" ifadelerini kullandı.

Kanserin, hasta ve hasta yakınları üzerinde oluşturduğu psikolojinin büyük izler bıraktığını vurgulayan Çetin, "Kanser hastalığı, tanıyı alan bireylerin ve yakınlarının, bilişsel, psikolojik, duygusal ve sosyal alanlarında derin etkiler yaratmaktadır. Gerek hastalığın tanısında gerekse tedavi sürecinde hastanın benlik saygısında, bedeniyle ilgili algısında, yaşam kalitesinde, hayatının işleyişinde, cinsel yaşamında, kişisel ve sosyal rollerinde, aile ve çevresiyle olan ilişkilerinde değişiklik yaratmakta, sosyal desteğe duyulan ihtiyacı artırmaktadır. Yaşam tarzı ve rol değişiklikleri, ekonomik güçlükler, hastaya yönelik bakımın artması ve geleceğe yönelik belirsizlik ve korku nedenleriyle hastada oluşan anksiyete, depresyona neden olabilmektedir. Ayrıca bedensel sağlığın yitimine duyulan üzüntü ve ölüme ilişkin kaygı gibi nedenlerle klinik düzeyde depresyon görülebilir. Bundan yola çıkılarak, kanserin tedavisinin yapılması ve hastaların yaşam kalitelerinin artırılmasının yeterli olmadığı, psikososyal sorunlarının çözümlenerek hayat kalitelerinin