Son kazılar ışığında Harran'ı anlatan Prof. Dr. Mehmet Önal, "villa, saray, cadde ve yolları altında duruyor. Projelerimizi gerçekleştirdiğimiz an Harran bütün sakladığı güzellikleri ortaya çıkaracak.

Daha çok insanlığın ve turizmin insanlığın hizmetine sunacağız" diye konuştu. Prof. Celal Şengör, Harran'dan çıkan El Battani için, "ilk defa güneş tutulmasının izahını yapan adam. 1 senede kaç gün, kaç saat, kaç dakika vardır. Doğru hesap ediyor. Aynı zamanda trigonometride çok ciddi çalışmaları var. Bunlar matematik canbazı" nitelemesinde ulundu. Prof. Dr. Ahmet Arslan da, Harran bölgesinde yapılan tercümelere dikkat çekti.

Habertürk TV, Şanlıurfa'da Fatih Altaylı'nın Teke Tek Programında Prof. Dr. Celal Şengör, Prof. Dr. Ahmet Arslan ve Prof. Dr. Mehmet Önal ile dünü ve bugünüyle Harran yakın plana alındı.

Harran'daki kazılar hakkında son çalışmaları anlatan Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Önal şöyle konuştu: Kazılarda ilaç ve parfüm şişeleri çıktı. 10 ve 12. yüzyıla aitti. Parfüm damıtmayla oluşuyor. İlaç şişelerini görüyoruz. Bunlardan 4 tane bulduk. Şifayla ilgili hastanelerde, şifahanelerde var. Aynı yerde 400'den fazla parfüm şişesi var. Çeşitli motiflerde var. Bunların içerisine konulan kozmetik ve sıvıların damıtılmayla yapılmasını, kimyayı görüyoruz. Hem imalathane hem de satış yeri olarak kullanılmış. Harran temizlikte çok ileri. Sabun bile bulduk. 32 tane lavabonun olduğu şadırvanlı avlu var. Hepsinde musluk var.

HASSAS TERAZİLER BULDUK

Programda konuşan felsefeci Prof. Dr. Ahmet Arslan da, ortaçağ ve öncesinde bölgede yapılan tercüme faaliyetlerinin önemine dikkati çekerek şu değerlendirmelerde bulundu:

Harranlılar 10. yüzyıla kadar İslam dünyası içinde özel, farklı kimliklerini korumuşlar. Bunu biliyoruz. Sonra 13. yüzyıl gelmeden önce, 11. yüzyıldan itibaren özel, farklı, dini ve kültür grubu olarak varlıkların ortadan kalktıklarını biliyoruz. Bunlar nereden geldiler? Tabii ki bilmiyoruz. Harranlılar etnik, dil, dini grup olarak mı farklı? Şu biliniyor, Sabıi olarak kimliklerini koruyorlar. Urfa Milattan Sonra 2. yüzyılda hristiyan oluyor. Süryani kültürün dünya tarihinde önemli bir yeri var. İslam dünyasında yaşama şansı verilmiştir. 'Biz Saıi'yiz' diyorlar. Kur'an'da geçiyor.

Yahudiler, hristiyanlar, sabıiler kitap ehli. Tek Tanrı'nın varlığını kabul edenler. İyi salih amel işleyenler için korku yoktur diye geçer Kur'anda. Bunlar da 'biz sabıiyiz' diyorlar. Bunlar gökyüzü hareketlerine çok önem veriyorlar. Yıldızlara ve gezegenlere tapınma. Onların tapınaklar ve ibadetler gökyüzündeki yıldız hareketleriyle bağlantılı. Öbür taraf yani Urfa hristiyanlık üzerinden giderken bunlar paganlık üzerinden gidiyorlar. Neticede Yunan eserlerini, astronomisini çevirmek sözkonusu olduğu zaman Urfa değil burası ön planda.
Prof. Arslan, geçmişte İslam dünyasında yapılan çalışmaların da benzersiz olduğunu aktararak şöyle konuştu:

Bunlar bir taraftan çeviriyorlar. Çevirdikleri eserler üzerine yorumlar yapıyorlar, tanıtıyorlar. Bir taraftan orada görmüş oldukları eksik ve yetersizlikleri eleştirmeye başlıyorlar.

Farabi 10. yüzyıl bir taraftan Platon, Aristotoles'in kitaplarını şerh ediyor. Bir taraftan orijinal şeyler geliştiriyor. O yüzyıllar içerisinde İslam dünyasının bilim ve felsefe çalışmalarının düzeyinde dünyanın bir başka yerinde çalışmalar yok.
Teke Tek'e konuk olan bir diğer isim Prof. Dr. Celal Şengör de bölgeden yetişen bilim insanlarından örnekler verdi. Şengör konuşmasını şöyle sürdürdü:

Buradaki adamlar kaliteli veri üretmişler. Battani 9. yüzıyda. Temelde matematikçi ve astronom. Galile 23 defa Battani'nin verilerine atıf yapıyor. Battani ilk defa güneş tutulmasının izahını yapan adam. 1 senede kaç gün, kaç saat, kaç dakika vardır. Doğru hesap ediyor. Aynı zamanda trigonometride çok ciddi çalışmaları var. Bunlar matematik canbazı. Bir Kopenirk gibi bilimsel devrim yapmışları yok. Adam matematiği çok iyi kullanıyor, çok güzel gözlemler yapıyor.

Bu gözlemleri elindeki matematikle fevkalade güzel izah ediyor. Bu adam fizikle uğraşıyor. Bir de Sabit İbn-i Kurra var. Bilim adamı olarak Battani'den bir kademe yukarıda. 3 dil biliyor adam. Aramca biliyor, Yunanca fasih konuşuyor ve Arapça biliyor. Aristo'nun fiziğini okuyor. Aristo 'her temel elementin kendine has bir yeri vardır. En merkezde toprak, onun üstünde su, onun üstünde hava, onun üstünde ateş vardır" diyor. İbn-i Kurra bu doğru değil diyor; ağır olan merkeze doğru gidiyor diyor. Bu coğrafyanın insan bilgisine kattığı çok önemli katkı.
Programdaki konuşmalardan öne çıkan başlıklar şöyle:

"EKİN YAPMADAN BESİN ELDE ETTİLER"

PROF. DR. MEHMET ÖNAL: İklimsel değişiklikle birlikte av hayvanları azalıyor. İnsanlar üzülüyor. O üzüntü yerini sevince bırakıyor. Harran ovası 400 metre ise rakım 700 metreye; hatta Nemrut Dağı'nda 2500 metreye çıkıyor. Burada yabani tahıl, yoğun bitki örtüsü sebebiyle yabani tahıllar oluşuyor, baklagiller ve arpa. İnsanlar ekmeden sadece biçerek topluyor. Ekim yapmadan besin elde ettiler. Daha önce biliniyordu ki, insanlar toprağa sürdü, buğdayı depoladı, hayvanları evcilleştirdi. Ondan sonra sanatı, mimariye başladı. Ama bölgemizdeki bu iklimsel değişlik sonrası insanlığa sunulan durum 2 bin yıl önce başladı.

"BURADA BİR ANLATI KÜLTÜRÜ GELİŞMİŞ"

PROF. DR. CELAL ŞENGÖR: Göbeklitepe'de 4 öbek halinde o yuvarlak taşlar var. Çok hakim bir yerde. Göbeklitepe'den bakıyorsun bütün ova ayakların altında. Mehmet Hoca 'Bu tek değil buna benzer başka yerler var' dedi. Bu çok ovaya hakim bir yer. Burada akşamları toplanıp avcı atalarının menkıbelerini anlatıldığı yer. Daha sonra Yunan toplumunda gördüğümüz, Homeros gibiler türemeye başlıyor. Ozanlar türemeye başlıyor. Mehmet Hoca da dedi, bu proto din; yani din öncesi din. Sembollere bakıyorsun, diyorsun ki, bu adamlar belki burada ders veriyordu. Yazırdan önce insan hafızasına kazınacak bir şey lâzım.

Burada bir anlatı kültürü gelişmiş. Orada kabartma yapmışlar. Benim gözümde Göbeklitepe daha ilginç bir hâl alıyor. Avcı toplumlarında büyük nüfuslar yoktur. Çünkü bunlar avın peşinde koşan insanlar. Avcı toplumlar erkek egemendir. Kadın çocuğuna bakar, bu arada erkek gidip avlanmak zorundadır. Avcı toplumlarda kıtlık sıkıntısı yok; av her zaman var. Göbeklitepe'de hayvanlarda azalma var. Çünkü iklim değişiyor. Hayvanlar buzulların peşinden gidiyor.

Göbeklitepe'de normal avcı nüfusların üzerinde bir nüfus birikmeye başlıyor sanki. Akşamları belki bir araya geliniyordu. Önce av tartışılıyordu. Geri kalan zamanlarda atalarımız nasıl avlanırdı, av neredeydi? Belki bunlar konuşuluyordu. Göbeklitepe zannedildiğinden daha ilginç bir yer. Bunlar tuza doymuş eriyiğin içerisine bir kristal atın, bütün eriyik kristalleşir. Bunlar kristalin noktaları. Toplum ilk defa buralara gelmeye başlıyor.

"ÜNİVERSİTE DEYİNCE HOCA VE MÜFREDAT LAZIMDIR"

PROF. AHMET ARSLAN: Üniversitede önce müfredat olması gerekir. Hocalar olması lazım. Bütün bu özellikler Platon'un Akademisi'nde var. Ders veren hocaları biliyoruz. Mesela Aristotoles Retorik hocası. Yeri de belli. Yunanistan'da duruyor. Kitaplar belli, harita odası belli. Üniversite bu.
PROF. ŞENGÖR: Üniversitede hocası, müfredatı, teşkilatı belli olacak.

"BİZİM İLK ÜNİVERSİTEMİZ VARDI DEMEK ÇOCUKLUK"

PROF. ARSLAN: Okul derken Fransızların ekol anlamında kullanılan. Bir okul belli konuda benzeri görüşleri savunan insanların bir araya getirdiği yapıya denir. Okuldan binayı kast etmiyoruz. Viyana okulu vardır, felsefe okuludur. Viyana okulunda biraraya gelen insanlar bilim, önerme, felsefe, felsefenin işlevi anlamında ortak görüşlere sahiptirler. Aynı şey Mütezile için de geçerlidir. Tanrı'nın sıfatları, hayattaki ceza ve mükafatın niteliğidir. Bu da bir okuldur. Hatta ikiye ayrılır; Basra ve Bağdat Mütezileleri. O zaman buradaki eğitimleri tartışacaksak. Burada bu anlamda, bu konularda, belli konularda, ister teoloji, ister felsefe konusu olur; hatta iktisat olur. Dünyanın ilk üniversitesi demenin bir anlamı yok. Bolonya Üniversitesi ve diğerleri Ortaçağ'dan sonra açılan ilk üniversitelerdir. Paris, Londra Üniversitesi gibi. Niye bütün dikkatinizi Nusaybin, Urfa'da, Resulayn'de üniversite olmasını istiyorsunuz? Buradan yetişen adamların kıymetli olması için ille de üniversite mi olmak gerekir? Harran'da yapılan çalışmaların ve Harran menşeili kişilerin yapmış olduğu çalışmaların değeri vardır. Niye size bu yetmiyor da, illa burada üniversite diyorsunuz. Bizim ilk üniversitemiz vardı çocukluk. Sizin üniversiteniz yoktu. 9. yüzyılda İslam dünyasında yaşamış olan adamlar, matematik, kimya, astronomi alanlarında son derece değerli ve önemli adamlar. Dünyada bunların o dönemde karşılıkları yok. Rakipleri Bağdat'ta.

PROF. ŞENGÖR: Mesela İbn-i Kurra diyoruz. Bu adamlar müslüman da değil. Ama bu adamlar Müslüman dünyanın yarattığı ortamın adamları. O ortamda çalışmışlar. Beytül Hikma bir akademi. Orada yapılan coğrafyaya bakıyorsun. Bundan 400-500 sene önce müslümanlar alıyorlar, Halife Memun diyor ki, 'bu önemli kitap'. 'Önemli ama yanlış' diyorlar. Arap tacirler var. 'Afrika'nın güneyinden gittim mi Atlas okyanusuna çıkıyorum' diyor.

"DİNLERİN BİRBİRİNDEN NEFRETİ MODERN BİR OLAY"

PROF. ARSLAN: Ortaçağ'da bunların müslüman olup olmamasının müslümanlar için hiçbir önemi yok. Bunlar zaten ehl-i kitap. Bunların İslam dünyası içinde hukuken yaşama hakkı var. Bu adamlardan eski, geleneksel, klasik mirası öğrenme bakımından yararlanma şansı var. Şamlı Yuhanna hristiyan. Müslümanlarla tartışıyor, konuşuyorlar. Felsefe ve teoloji meselelerini konuşuyorlar. Farabi'nin hocası Hristiyan. Farabi'nin öğrencisi hristiyan. müslümanlık ve hristiyanlık bugün için ölümcül, doğu-batı düşmanlığı yok. Dinlerin birbirinden nefretleri modern bir olay. O zaman da bilim adamları, kültür adamları arasında işbirliği var.

PROF. ŞENGÖR: Bugün o zamanın siyasileri yok. Düşün ki halife, önüne bir putperestin haritasını getiriyorlar. 'Şunu tercüme edin' diyor.
PROF. ARSLAN: Ortaçağdaki adamlar bizden daha olgundu. Biz onların yanında çocuğuz. Tercüme edenlerin çoğu hristiyan ve yahudi. Kimse diyor mu, 'Bu zındıktır', kimsenin aklına gelmiyor.

PROF. ŞENGÖR: Tercüme apayrı bir konu. Çok dallı budaklı bir konu. Hilmi Ziya Ülken'in bir kitabı vardır 'Uyanış Dönemlerinde Tercümenin Önemi' diye. Bence çok değerli.

"KÜLTÜRLER ARASINDAKİ ALIŞVERİŞ ÇOK DOĞAL"

PROF. ARSLAN: Aydınlanmanın Türkiye'deki benzerleri kabul ettiğimiz klasiklerin tercümesini bir karşılık olarak görmedik mi? Mezopotamya'dan Yunan dünyasına çevriler yapılmış. Yunan dünyasından İslam dünyasına yapılan çeviri o kadar aşikârdır ki. Hangi tarihte ne zaman çevrildi biliniyor. Daha sonra İslam dünyasında yapılan çevriler de hepsi biliniyor. Bir kültürdeki o bilgi, o birikim çevri yoluyla ondan henüz haberdar olmayan kültüre aktarılmadığı takdirde diğer kültür nasıl haberdar olacak? Bu o kadar doğal bir şey ki.

"SAKLANAN BÜTÜN GÜZELLİKLER ORTAYA ÇIKACAK"

PROF. ÖNAL: Bu bakır taş ve tunç çağında Harran ovası ve çevresinde 700'den fazla höyük ve yerleşim var. En büyüğü Harran. İkinci tapınak Harran'a kuruluyor, Ay tanrısı tapınağının inşa edilmesi. Bu Harran'ın kaderini değiştiriyor. Mezepotomya panteonunun burada yaşadığına inanılıyor. Ay tanrısı, kızı İşdar, oğlu Şamaş. Baba, kız, oğul burada yaşıyor. Şehir turunda bir kadın heykeli bulduk. Suryanice yazı bulduk. Ki Harran'da pek Süryani izi yok deniyordu. Bu bölgede Sümerler, Akadlar var. Daha sonra Elamlar ve Asurlular, Babiller bölgeye hakim. Yeni Babil döneminde Ay Tanrısı tapınağını da onartıyor. Daha sonra Aramiler geliyor. Harraniler deniyor. Süryaniler hristiyan olduktan sonra Süryani diye adlandırılıyor. Kazılarımızda iki hamam, iki çarşı ortaya çıktı. Köprü kalıntıları ortaya çıktı. Beş medrese var. Onun birini geçen yıl Ulu Camii'nin yakınında bulduk, meydana çıkardık.

Gördümüzü 127 tescilli kubbeli Harran evi var. Irak Felluce'den Osmanlı bizi zorunlu iskana tabi tutmuşlar. Çadır mimarisini burada uygulamaya başlamışlar. Harran 45-50 derece yazın. Dolayısıyla bunu yaptıklarında serin olduklarını fark etmişler. 250 yıllık bir mimari bu. Osmanlı'nın zorunlu göçe tabi tuttuğu Araplar tarafından yapılmış. Suruç'ta da var, orada malzeme farkı var. Halep, Rakka ve Irak'ta da var. Burada malzeme olarak tuğla kullanılmış. 150-200 yıl dayanabiliyor. Harran'ı Zeugma'ya Pompei'ye benzetirim. Kazıldığında şehir çıkıyor. Harran da Moğollar tarafından yakılmış. Kazıldığında 3-4 metre çıkıyor. Kazılsa villa, saray, cadde ve yolları altında duruyor. Projelerimizi gerçekleştirdiğimiz an Harran bütün sakladığı güzellikleri ortaya çıkaracak. Daha çok insanlığın ve turizmin insanlığın hizmetine sunacağız. Onun için sponsora ihtiyacımız var.

PROF. ARSLAN: Harran'lar nereye gitti? Hititler nereye gittiler? Buradalar. O insanların adları Hitit olmaktan çıkıyor. Hitit kelimesi siyasi. Devlete gönderme. Savaşta yenildiler ama insanlar ortadan kalkmadılar. Eğer bir jenosit, katliam falan yoksa, bir yönetim geliyor onu kabul ediyor.
PROF. ŞENGÖR: Burada bir Moğol katliamı var. Harran'ın üstünden silindir gibi geçmişler.

"TERCÜMELER URFA'DA DEĞİL BURADA GERÇEKLEŞİYOR"

PROF. ARSLAN: Harranlılar 10. yüzyıla kadar İslam dünyası içinde özel, farklı kimliklerini korumuşlar. Bunu biliyoruz. Sonra 13. yüzyıl gelmeden önce, 11. yüzyıldan itibaren özel, farklı, dini ve kültür grubu olarak varlıkların ortadan kalktıklarını biliyoruz. Bunlar nereden geldiler? Tabii ki bilmiyoruz. Harranlılar etnik, dil, dini grup olarak mı farklı? Şu biliniyor, Sabıi olarak kimliklerini koruyorlar. Urfa Milattan Sonra 2. yüzyılda hristiyan oluyor. Süryani kültürün dünya tarihinde önemli bir yeri var. İslam dünyasında yaşama şansı verilmiştir. 'Biz Saıi'yiz' diyorlar. Kur'an'da geçiyor.

Yahudiler, hristiyanlar, sabıiler kitap ehli. Tek Tanrı'nın varlığını kabul edenler. İyi salih amel işleyenler için korku yoktur diye geçer Kur'anda. Bunlar da 'biz sabıiyiz' diyorlar. Bunlar gökyüzü hareketlerine çok önem veriyorlar. Yıldızlara ve gezegenlere tapınma. Onların tapınaklar ve ibadetler gökyüzündeki yıldız hareketleriyle bağlantılı.

Öbür taraf yani Urfa hristiyanlık üzerinden giderken bunlar paganlık üzerinden gidiyorlar. Neticede Yunan eserlerini, astronomisini çevirmek sözkonusu olduğu zaman Urfa değil burası ön planda.

PROF. ŞENGÖR: Buranın her tarafı taş. Yeraltı taş ocakları var. Duvarlarda ve tavanlarda çökmeler görülüyor. Hollanda'nın güneyindeki taş ocaklarının küçüğü bunlar. Derhal orayla temas edilmeli.

"BİLİME İHTİYAÇ PRATİK SEBEPLERDEN KAYNAKLANMIŞTIR"

PROF. ARSLAN: İnsanlar neden tercüme yaparlar? Müslüman dünyası Yunanca eserleri niye çevirme ihtiyacı duydu? Bu çok tartışılan bir konu. 529 Junstiyen zamanında 4 okul kapatılıyor. 7 tane filozof I. Keyhüsrev'in İran'ına geliyor. Ama uzun süre kalmıyorlar. Bir 6 ay kalıp geri gidiyorlar.

Onların İran'da Pehlevice, Yunanca eserlerin çevrilmesinde önemli rol oynadıkları gibi bir şey yok. Sanskritçe'den Pehlevice'ye çevriliyor. Hint matematiği, aritmetiği, astronomosi çevriliyor. Kelime ve Dimne çevriliyor, ben bayılırım o kitaba. Önceleri Yunanca eserlerin Süryaniceye çevrildiği, Süryanice'den Arapça'ya çevrildiği de abartma. Çevrilen eserlerin sayısı belli. Süryanice'de çok yüksek teolojik faaliyet var ama felsefi ve bilimsel faaliyet yok.

Bunları yapmak için neden de yok. Abbasiler'den itibaren buna hazır bir toplumun ortaya çıkmış olması. Emeviler'den sonra. Abbasiler Bağdat'ı kurarken aynı zamanda yavaş yavaş Yunanca eserleri çevirmeye başlıyorlar. Öncelikle bütün dünyada bilimsel eserlere veya bilimin kendisine hangi nedenle ihtiyaç duydularsa ondan. Pratik ihtiyaç. İnsanların tıbba ihtiyacı yok mu? Ölçme, ticari işlemlere ihtiyacı var. Hesap kitap yapmaya ihtiyaçları var.

Öncelikle pratik ihtiyaçlar var. Öncelikle bilim eserleri çevriliyor. Felsefe çevrilmiyor. Miras konusu bir bilimdir. Birine bir hisse, birine iki hisse verilecek. Oğlu yok, oğlunun torunu var. Ona da hisse düşecek. Bayağı ciddi hesap kitap meselesidir. Ziraat ilmi de çok önemli. Yunanlar çok ileriler. Atçılık, at yetiştirme. Astronomi; yani astrolojiye ihtiyaç var. Zamanımıza kadar hükümdarların gelecekleri, gaipten haber alma, falcılık. 19. yüzyılda saraylarda müneccimler var.

Sadece Osmanlı sarayında değil. Almanya'da da var. Astroloji astronomiye son derece uygun bir zemin. Aynı şekilde simya ile kimya arasında var. Yavaş yavaş buna mantık eklenecek. Herkesin ona ihtiyacı var. Kısacası; mantk, aritmetik, tıb, geometri, ziraat gibi eserler çevrilmeye başlıyor. Bunlar kendileriyle birlikte diğer düşünceyi de getirirler. İdeolojik nedenlerle de çevrilir. Seni din adamlarının aşmalarına izin verme; en az onlar kadar bilgili ol anlayışı. Bu onlara bir güç, emniyet sağlıyor.

Sasani hükümdarı doğu'da din ve devlet ilişkilerine ait inanılmaz şeyler söylüyor. Din adamlarının kendisinden daha bilgili görünmelerini istemiyor. Din adamlarının nüfuzunu kırma, alternatif bir teoloji sahibi olma. Biraz zaman geçiyor, Mütezile okulu çıkıyor. Kozmoloji, evrenin yaratılmışlığı, Tanrı'nın adaleti, sıfatları konusuna ilgi duyorlar.

Memun, Harun Reşit çevirileri finanse ediyorlar. Hikmet Evi bir çeviri odası. Yapılan çeviriler sonucunda bilim adamların kendileri başka çevirilere ihtiyaç duymaya başlıyor. Musa kardeşler var. İnanılmaz bir şekilde Yunanca'da ne kadar bilim ve felsefe eserlerinin hepsi çevriliyor. O kitapların bazılarının Yunanca orijinalleri yok, Arapça çevirileri var. O büyük bir hizmet.

PROF. ŞENGÖR: Luther reformu başlattığı zaman, arkadaşı dönüp Aristo'ya bakmamız lazım diyor. Allah'ın nimetlerini anlamamız lazım. Müslümanlar böyle bir ihtiyacı duydular mı?

"FELSEFE SAYESİNDE İSLAM DÜNYASI DA O NOKTAYA GELMİŞ"

PROF. ARSLAN: Batı'da Tanrı'nın iki eseri var. Birincisi tabiat, ikincisi vahiy. İki kanalın birlikte yürütülmesi, bir taraftan vahiye; yani İncil'e inanılırken öte yandan tabiatta Tanrı'nın hikmetini görmek yaygın fikirdir. Hristiyanlar mucizelere bizden daha fazla düşkündür. İnsan mucizeleri ile öne çıkıyor. En büyük mucize ölüyü diriltmesi. Mucizelerle Tanrı'nın gücünü ispat etme fikri. Bir süre sonra özellikle 17. yüzyıldan sonra dünyanın kendi kendi ayakları üzerinde duran anlayış öne çıkıyor. Tanrı'nın dünyayı yarattığı kesin. Ama dünya kurulmuş bir saat gibi tıkır tıkır işliyor.

Mucize ne demek? Saatin işleyişine engel olmak demek. Tanrı'nın varlığını saatin güzel tıkır tıkır işlemesiyle mi çıkaralım; yoksa mucizeyle mi? İslam dünyasında bu fikir var. İbn-i Rüşd, açık ve seçik söylüyor.Bir taraftan Kur'an var diğer tarafta yaratmış oldukları var. Eserinden hareketle nedenini anlamaya çalışmak. Evrenin kendisine bak, onu bir kitap gibi gör, doğanın diline bakarak sahibinin niteliklerini, sıfatlarını çıkar diye. Evren açık bir şekilde ortada.

Akıl bize Tanrı tarafından niye verildi? Bu evreni deşifre ederek Tanrı'nın varlığına geçelim dendi. Eğer problem varsa, evrende değildir, problem öbür tarafta. Felsefe sayesinde İslam dünyası da o noktaya gelmiş. Ama İbn-i Rüşd biraz geç gelmiş.

"BATTANİ İLK DEFA GÜNEŞ TUTULMASININ İZAHINI YAPAN ADAM"

PROF. ŞENGÖR: Buradaki adamlar kaliteli veri üretmişler. Battani 9. yüzıyda. Temelde matematikçi ve astronom. Galile 23 defa Battani'nin verilerine atıf yapıyor. Battani ilk defa güneş tutulmasının izahını yapan adam. 1 senede kaç gün, kaç saat, kaç dakika vardır. Doğru hesap ediyor. Aynı zamanda trigonometride çok ciddi çalışmaları var.

Bunlar matematik canbazı. Bir Kopenirk gibi bilimsel devrim yapmışları yok. Adam matematiği çok iyi kullanıyor, çok güzel gözlemler yapıyor. Bu gözlemleri elindeki matematikle fevkalade güzel izah ediyor. Bu adam fizikle uğraşıyor. Bir de Sabit İbn-i Kurra var. Bilim adamı olarak Battani'den bir kademe yukarıda. 3 dil biliyor adam.

Aramca biliyor, Yunanca fasih konuşuyor ve Arapça biliyor. Aristo'nun fiziğini okuyor. Aristo 'her temel elementin kendine has bir yeri vardır. En merkezde toprak, onun üstünde su, onun üstünde hava, onun üstünde ateş vardır" diyor. İbn-i Kurra bu doğru değil diyor; ağır olan merkeze doğru gidiyor diyor. Bu coğrafyanın insan bilgisine kattığı çok önemli katkı. Burasının sosyal yapısı çok sadmelere uğruyor. Moğol istilası darmadağın ediyor. Burada halk kendini korumak istiyor.

Elinde olmayan güce güvenmek istiyor. Dinler öne geçiyor. Batı'da aynı hisler var ama çok güçlü bilim adamları var. Ortadoğu'nun sosyal yapısı çok örseleniyor. Avrupa'nın içerisinde muazzam hareketlilik var. Hollandalılar Hint Okyanusu'na geliyor. Korkunç zelzeleler oluyor. Adam merak ediyor.

"İSLAM DÜNYASININ ÇALIŞMALARI O ZAMANDA BİR BAŞKA YERDE YOK"

PROF. ARSLAN: Neden İslam dünyası daha sonra yavaş yavaş geriledi? Bunun çok kısa cevapları yok. Battani'nin eserleri yayınlanmış. Bunlar bir taraftan çalışıyorlar, bir taraftan o dünyanın gözlemlerini öğreniyorlar ve geliştiriyorlar. Mezopotamya'nın, Harran'ın içinde olduğu bölge gökyüzündeki hareketlilik için çok özel bir yerdeler. Bir kere hava açık, ekvatora yakın. Binlerce yapmış oldukları gözlemler var. O gözlemleri aktarıyorlar. Orada yapılan gözlemler var.

Her iki dünya paslaşıyor. Ortaçağ İslam dünyasının biliminin özellikleri var. Batının daha sonra başarıları beraberinde getiren deney metodu. İlkçağ biliminin paradigmatik sınırları var. Bir yerde paradigmanın tümünü ortadan kaldıracak bir şeye ihtiyaç vardır. Teleskop böyledir mesele. İlkçağ bilimi dediktif; yani matematiğe dayanıyor.

Birtakım sınırları var. Matematiğin kendisinde doğa biliminin gerektiklerini bulamazsan ilerleme imkanın yok. Aynı şey gözlemler için sözkonusu. Bunlar bir taraftan çeviriyorlar. Çevirdikleri eserler üzerine yorumlar yapıyorlar, tanıtıyorlar. Bir taraftan orada görmüş oldukları eksik ve yetersizlikleri eleştirmeye başlıyorlar.

Farabi 10. yüzyıl bir taraftan Platon, Aristotoles'in kitaplarını şerh ediyor. Bir taraftan orijinal şeyler geliştiriyor. O yüzyıllar içerisinde İslam dünyasının bilim ve felsefe çalışmalarının düzeyinde dünyanın bir başka yerinde çalışmalar yok.

"KAZILARDA 400'DEN FAZLA İLAÇ VE PARFÜM ŞİŞESİ BULUNDU"

PROF. ÖNAL: Kazılarda ilaç ve parfüm şişeleri çıktı. 10 ve 12. yüzyıla aitti. Parfüm damıtmayla oluşuyor. İlaç şişelerini görüyoruz. Bunlardan 4 tane bulduk. Şifayla ilgili hastanelerde, şifahanelerde var. Aynı yerde 400'den fazla parfüm şişesi var. Çeşitli motiflerde var. Bunların içerisine konulan kozmetik ve sıvıların damıtılmayla yapılmasını, kimyayı görüyoruz. Hem imalathane hem de satış yeri olarak kullanılmış. Harran temizlikte çok ileri. Sabun bile bulduk.

32 tane lavabonun olduğu şadırvanlı avlu var. Hepsinde musluk var. Hassas teraziler bulduk. Harran adı Kalde ve Asur dilinde 'kervan-yol' anlamında. Burasını hristiyanlar helenapolis olarak adlandırıyor. Sabit Bin Kurra'nın kızamık aşısını bulduğu ifade ediliyor. Yunus El-Tabib Harrani bir şurup buluyor. Endülüs'e kadar gidiyorlar.

Harran'da gelişen bilim Bağdat'a ulaşıyor. Oradan el yazmalarının Endülüs'e gittiği ve oradan da Batı'yı etkilediği gözüküyor. Harran'ın bilime katkısı inanılmaz derecede. Harran'ı anlatırken ticaret-bilim ve inanç diyoruz. Sadece pagan inançlarının yanında bütün kutsal kitaplarının işaret ettiği Hz. İbrahim'in yaşadığı yer. Kutsal kitaplar Harran'ı işaret ediyor.
 

Editör: Urfadasin Haber