Hatırlar mısın lacivert akşamların geceyi süslediği bir demde sana çok önemli bir söz söylemiştim. Hani yine dostlardan yana şikâyetçiydin. Hani yine için içine sığmıyor, isyan ediyordun…

Menfaatleri bitene kadar değil; yürekleri yetene kadar sizi terk etmeyenler gerçek dostlardır... İrkilmiştin… İnsanoğlunun yüzyıllardır peşinden koştuğu en önemli iki değerden birisi olan DOSTLUK kavramına getirilen tanımı, zihninde bir yerlere oturtturmaya çalışıyordun… Bu söz gerçekten de hemen hemen her şeyi bireysel menfaatine bağlayan günümüz insanına önemli bir gönderme içeriyordu...

Gerçek dostlar, feneri önümüze tutup yolumuzu aydınlatırlar; gözümüze tutup dünyamızı karartmazlar... Gerçek dostlar, kalabalıkların içinde değil; en ıssız olduğumuz yerde bizi beklerler... Gerçek dostlar, yıkıldığımızda koltuk değneği olanlar değil; yıkıldığımızda omuz verenlerdir... Sayısı çok azdır, ancak tesiri en güçlü silahtan, en etkili ilaçtan bile daha tesirlidir...
Gerçek dost, adam satmayan, kenara atmayan, kinlik tutmayan, çıkar gütmeyen, hasetlik etmeyen, yalnızlığa itmeyen, kaşlarını çatmayandır...

Gerçek dost, hayatın anlamı, insanlığın tanımı mutluluğun tamamıdır... O yüzden yalnız başına ihtiyarlamak istemiyorsan “sıkı dostlar” edin… Onlar senin ihtiyarlık misafirini en az zararla karşılamana yardımcı olacaktır… Yani dostlar devşireceksin gül bahçesinden; kıyamadan hiçbirine. Sonra avuçlayacaksın dikenleri hepsinin yerine... İşte bu kadar…

Zamanın ve zeminin kaypaklaştığı bir demde GERÇEK dost denilen kişileri bulabilmek neredeyse imkânsız hale geldi farkındayım... Oysa dostluk, Rabbimizden en çok dilenen; ancak kıymeti en az bilinen kavramlardan bir tanesidir…

Hele hele siyasetten başlayarak tüm kurum ve kuruluşlarda, sivil toplum örgütlerinde küçükken dostluklar, dava ve samimiyet çok önemlidir... Hani şu her şeyini kayıtsız ve şartsız paylaşırsın ya aynen öyle... Acılar ortak; sevinçler müşterektir... Elinde avcunda ne varsa, inandığın değerler uğruna feda edersin... İşte Sevgili dost, bu uğruna mücadele ettiklerini sakın güçlüyken görme... Çünkü seni kapıdan içeri bile almazlar...

Çünkü;

Dava kavgaya, samimiyet ve dostluk post kapma yarışına dönüşür... Her şeyini paylaştıkların ilk önce önüne engeller koyamaya başlarlar ve seni tanımazlar…

İşte o zaman anlarsın ki nerde samimi yürekler varsa ezilmeye; nerde düzen varsa bozulmaya; nerde yiğit adamlar varsa çizilmeye başlanmıştır...

Ben sizin ayağınızın türabıyım diyenler; ayağından çorabı bile almaktan çekinmez ve feryatlarına aldırmazlar... Yani menfaat yüreklere, belleklere, bedenlere ve beyinlere o denli sirayet eder ki; bundan sonra kapkara olan gözler hiçbir doğruyu görmez bir at gözlüğüne dönüşür… Çünkü menfaatler amaç olmaya başlayınca; bütün kutsallar araç olmak zorundadır… Çünkü değerleri düşünmektense ederleri düşünmek; hem şirin hem de zahmetsizdir, anlatabildim mi?

O ardını dönüp gidenler var ya; bir zamanlar deliler gibi sevdiğini söyleyenlerdi... O bütün kapıları yüzümüze kapatanlar var ya; sabah olsun diye geceyi dar eyleyenlerdi... Hani o seninle ilgili hiçbir şey hatırlamayanlar var ya; her anı yüreğe resmeyleyenlerdi...

Ya şimdi neredeler?

Ya başka bir bedende; ya başka bir nedenleler... Sadece SEVİYORUM sen benim DOSTUMSUN diye yalan söyleyip kalbimizi talan ettiler...

Hepsi bu!..

Buna rağmen hala üzüleceksen sen bilirsin...

Çünkü bedende kapanmayan tek yara aşk yarası değildir... Hani şu bir anda değil; yavaş yavaş öldüğümüz en kadim yara VEFASIZLIK ve İHANET yarasıdır...

Kimin kime vefasızlık ettiğini, kimin kime ihanet ettiğini elbette büyük puntolarla tarih yazacak. Ancak en önce bilinmesi gereken kendilerini Fırkay-ı Naciye görenlerin çıkarttıkları sun-i savaştı. İşte bu sun-i savaştan dolayı her şey toz duman içinde olduğundan gerçekler tüm çıplaklığı ile görülemiyor. Farkında mısın, bir yerlerde birileri birilerini arkadan hançerliyor, diğer tarafta ise birlikte kılıç sallıyor. Uzaktan seyrendenler için hayli komikti bu durum. Fitne denilen bela da bu şekilde ortaya çıkıyor biliyor musun?

Bu dünya Habil ve Kabil'den bu yana bu halde. İşte sırf bu yüzden;
Gerçek dost, karındaş veya kardeşten meydana gelmiyor...
Gerçek dostun soy ağacı da bulunmuyor...

Gerçek dost olanlar, Mushafları mızraklarının ucuna da asmazlar...
Gerçek dostlar, başlarına kırmızı bant bağlayanlar sevgili dost... İşte nerde böyle birilerini görsen onlara sımsıkı sarıl ve ayrılma…
Dostlarıma, arkadaşlarıma ve sevdiklerime ne oldu diye üzülme… Nitelikli bir kişi niteliksiz binlerce kişiden evladır... Dün dostum dediğin bugün ihanet ediyor, aleyhinde konuşuyor ve manipülasyon yapıyorsa 7 şeyden dolayıdır:

1.Kendine bir makam teklif edilmiştir…
2.Seni rakip görüyordur, itiraf edemiyordur...
3.Genleri bozuktur…
4. Yavşaklık ve kahpelik mesleğine üyedir…
5. Cıbır azmasıdır...(Sonradan Görme)
6. Menfaati bitmiştir…
7. Güç dengeleri değişmiştir unutma…

İnsanlar seni, güçlü olduğunuz veya işlerine yaradığınız zamanlarda çok ama çok severler... Çünkü insanlar, kendilerini iki dünyada da aziz edecek dost değil; bu dünyada sırtına geçirecekleri ve sırtından geçinecekleri post arayışındalar da ondan... Gerçek dost çok uzak yıldızlar gibidir, ama her yerden görülür. Öyle zamanlar olacak ki; derdim yoktu, dostlarım çoktu... Ne zaman: Derdim var, dedim, yanımda kimseler yoktu diyeceksin… Gerçek dostu, zirveye çıktığında değil, yere düştüğünde anlarsın. Çünkü gerçek dostlar, senin yükselmen için de düşerken de basamakları değil sırtlarını kullanırlar... Onun için hep derim ki; dostluktan daha büyük servet; aşktan daha büyük devlet; hayırlı evlattan daha büyük nimet yoktur bilesin…

Öyle "DOSTUM" deyip uzaktan acıları SEYREDİP; sevinçlere MEYLETMEKLE olmaz… Yiğitçe, adam gibi, SON ve SONSUZ nefese dek, her anımıda yer alacaklarsa EYVALLAH; ama sıkıyı görünce kaçacaklarsa hadi çöplüklerine YALLAH…

Dostça kal…

Çünkü bu yazıyı çok az dostun okuyacak…

Muahbbetle…

Zekeriya Efiloğlu Nirvanaya Ulaşmak Kitabından