Daha önce ki devlet olmada ve sonralarda ki tüm mahalli ve her bir sonraki genel seçim ve hükümet olmalarda, bireysel ve toplumsal olarak defalarca "Kürt Sorununu taniyoruz", "Avrupa Birliğinin yolu Diyarbakirdan geçer" ve "Kürt sorunu benim sorunumdur" benzeri birçok ifadelerle, kürtlerden rey alarak adım adım siyasi merdivenlerin (güya) demokratik basamaklarında yükselenler, (maalesef) verdikleri sözlerin çok çok ötesinde  ve tam tersi istikametlerle "ha dedim ha denedim" noktasına getirilerek, aynı sorun ve sorunlarla ilgili çözümsüzlükler bir kısım siyasi organizmalarca dayatılmaya devam ediliyorsa?
En son Cümhur Başkanlığı Seçimlerinde daha dünkü ifadelerin tamı tamına, tersine bir denklemle (Kürt Sorununu yasaklayici üslup ve yöntemlerle) eski yerine -gerisin geri- itmeye çalışanlarla ortaklaşa hükümet ve iktidar olanlar, farklı yöntemler deneyerek sandikta kürt seçmenlerini kandırma yoluna gitmeye çalışilsada, artık başarılamadığı meydandadır.
Özellikle dikkat çekmek isterim ki, geçmişteki "dön dündür bu gün bu gündür" kaypak politik entrikacılık iflas ettiği gibi, bu günkü "ha dedim ha demedim" izdönüşümcü takipçileride er veya geç, mutlaka kaybetmeye mahkumdurlar!
Ortaya konulanlar ve tüm dünyanın gözlerinin önünde bir reel durum varken ve bilhassa bunca uyanmış seçmen vatandaşın sahip oldukları çağdaş bilgi, belge, iletişim ve teknolojik basın, yayın araçlariyla dünyayı takip ederek seyredenlerin, matessüf  gözlerinin içine baka-baka, hak ve batıl cephelerinde ki farklılıkları, adeta hem "evet" hem "hayır"ı bu güne kadar "iki arada bir derede" götürmeye çalışanların, bu durumu daha fazla ileriye götüremiyerek, ikisinden birine tutunacakları kesindir.
Yani, açık ve net bir şekilde sormak istiyorum:
80 milyon küsür vatandaşı bulunan bir ülkenin  bütün kurum ve kuruluşlarının ekseriyetinin kamuoyuna yansiyan kanaatleri dir ki, demografik nüfus olarak en az ülkenin üçte birini, seçmen olsrak 6 milyon küsür seçmenin tüm baskı, şidet, tehdit, şantaj, ajitasyon, algı operasyonlarına rağmen, rey verdikleri, (her siyasi parti gibi, dinli veya dinsiz, bazılarınca sevilir yada sevilmez) Mecliste Temsil edilen meşru bir siyasal organizasyon, yapilan secimlere mustakil girer ise kendisi, yada kimi/kimleri destekler ise, o şahıs bu ülkenin Cümhur Başkanı ve o parti aynı ülkeyi 5 yıl boyunca "Yürütme, Yasama ve Yargılama"sını yapacak iken, böylesi fiili bir öneme haiz olan kilit bir partiye direk olarak "teroristtir" demek, nasil bir cehalet ve gaflettir? Ki, herkes ayni partinin desteğine ve reyine talip, lakin yönetimde pay almada faşizan bir politika ile hangi akıl, hukuk ve ahlak ile derdest edilmek istenerek ray'ı nı patikaya yönlendiren bir siyaset izlemeye çalışılıyor? Anlayan var ise inanin ki bizde anlamak isteriz.
Eğer, her halukarda, bir ülkenin Cumhur Başkanını, Meclis Başkanını ve Hükümetini muktedir kılmak rolünde olan bir legal siyasi partinin desteğine tüm taraflarca destek istenirken, o siyadal yasal partiye direkmen en yetkili kurum, kuruluş sorumlusu ağızlardan "terorist" deniliyorsa vay o ülkenin sosyal, siyasal, psikolojik ve hukuksal haline! Eğer hakikat bu olmadığı halde böyle çarpıtmalarla hakikat tersyüz ediliyor ise vay bu yalan-yanlış bilgilerle bu kirli siyaset ile saltanat sürdürerek yörütenlerin dünyevi ve uhrevi, hele vay-vay Cenabı Allah katındaki manevi akibetlerine!
Hem, madem yasalara aykırılık varsa, yasaları çiğneyerek veya ihlal ve ihmal ederek siyasî mülahazalarla eğer doğruysa  "teröris bir örgütü" on yillarca mecliste tutanların, yasalar karşısında ki (adli ve hukuki) durumları nedir?  Yok eğer meşru bir yapılanma oldukları halde, gayri meşrulukla suçlanarak ve nice agır suçlamalarla muamele gösterilerek yapılan fiili müdahaleler, yine aynı şekilde yasalara yapılan hukuki ve adli ihlal, ihmal ve muhalefetin sonucu ne olur? Bilen varsa bilmek istrriz..?
Oysa, medeni dünyanın bütününde, ilhas adalet ve hukukun üstünlüğünü, parlementolarında önceleyenlerin meclislerinde ki asıl görevleri:
Topyekûn vatandaşları arasında ve bilhassa o devletin kurucu ve korucu unsurları ki ikisinden biri konumunda olan etnik bir gurubun "sorun" ettikleri veya gördüklerı bir kısım dertleri ve sıkıntıları varsa, aynı coğrafik alanda asırlsrca kader birliği ettikleri sınırlar içerisinde, eşit şartlarda, aidiyetleri olan kültürel ve tarihi gerçeklik, has kimlikleriyle aynı meclisin çatısı altında en kısa bir sürede, "Evrensel İnsan Hak ve Özgurlukleri" temelinde, elbirligi ile çözmek mümkün değilmidir, ki başka çetrefilli oyunlara, zorba yöntem ve nice insanlık dışı ağır işkencelere, tehcir, asimiladyon, inkar ve imhalara niçin baş vurulsun?
Bilinen ve açikça görünen odur ki, sorun olmadığı halde sorun çıkaranlar elbette sorunludur. Ve elbette bunun dahi bir şekilde adalet ve hukuk cerçevesinde ivedi olarak neticelendirilmesi esastır. Lakin gerek bir önceki asırda ve gerekse yeni genç cumhuriyet döneminde, bir asra varan süreç içerisinde, en muannid ve mühalif iktidar ve muhalefetlerinin nerede ise tamamınca, zaman zaman sorunun varlığı kabul edilmiş ve hatta bir kısmı var olan sorunların çözümü  noktasında "şartlar ne olursa olsun, kızılcık şerbeti içmeye" söz verip/and içerek kamuoyuna deklere edildigi halde her ne sepeple olursa olsun hala çözülmemiş yada çözülmemiş ise, gelinen noktadaki durumu ciddî olarak yeni baştan gözden geçirmeleri gerekmez mi?
Özetleyecek olursak, yapılan bütün en üst düzey askeri, siyasî ekonomik, ekolojik ve kültürel... toplantılarda, çift asır boyunca kendini cözüme dayatan bir sorunun hayırlı veya hayırsız takipçilerini, meşru zeminlerin dışına itmenin ne olduğunu en çok bilen bir ülkenin vatandaşları olarak iç ve dış mihraklarca, nasıl kullanılmak istendiğinin herkesçe bilindiğini biliyoruz.
Evet, o halde kör olnalar duyuyor, sağır olanlar görüyor ve ağraz olanlara ses, parmak kontrollü kabartı ve el işaretleriyle... izah ediliyor. Ve yine herkes ve kesimce görünüyor ki, bu ülkenin maddi ve manevi imkanlariyla hazırlanıp sunulan tv. dizi filmlerinde, yapılan (güya) güvenlik öncelikli operasyonlar, en doğal/tabii ve bizim tabirimizle Rabbani yasal hak olan "Ana dilde eğitim ve öğretimin" yasak olması, aynı asimle, inkar ve imha amaçlı dağ, dere, tepe, köy,  kent... demeden tarih ve isimlerinin imhaları, tarihi kitapların yapılan terceme ve göncellemelerinde ki tahrifat ve tahribatlar ve daha farklı alanlardaki "asimilasyoncu, inkarcı ve imhacı, dayatmacı.." hükümranlıkların hiç kimseye fayda sağlamayacağı hakikatı, bütün yalınlığıyla en kötü deney ve örnekleriyle açıkça meydadadır.
Umarım asırlardır bizi bir arada tutan şuur ve bilince döneriz. Umarım İslâm Dinı Hukukunun sağladığı (maalesef meydana gelen arızi nice aksaklıklarla beraber) bu güne kadarki  "Din ve Dünya Birlikteliği" daha fazla yok olmadan tüm taraflar hiç bir fesat ve fitneye yer vermeden, faşizan hiç bir şeytani tuzak ve desiselerle yok olmadan "Allah'ın katında din sadece İslâm'dır" hükmüne ram olunarak, daha fazla iman, vatan, din, namus düşmanları sevindirilmemiş olunur.